Sabahın erken saatleri, saat 6 sularında her taraf sessizken Zenya ve ailesinin evi otoban misali sesiyle mahallenin mülayim sessizliğine uzak bir duruş sergiliyordu.
Zenya’nın annesi takıntılı olduğu temizlik işiyle meşguldü.
Zenya: Ah bu ses ne yine?
-Anne kapat şunu vakit mi kaçıyor sonra süpürsen ne olur ki?
Ayime: Her yeri süpürmeliyim mikroplar her yerde olamaz.
Zenya: Baba, annem yine kendini kaybetti!
Ben Zenya 18 yaşında lise son sınıf öğrencisi genç bir kızım.
Her türlü ilginç ve paranormal olaylara ve bilimsel araştırmalara karşı ilgiliyim bu içimde olan fakat belirli bir olaydan sonra içine daldığım gizemli bir merak. Belkide bilemiyorum babam bir biyolog olduğu içindir, onun araştırmaları her zaman ilgimi çekmiştir. Bana oturup anlattığı deneylerinin hepsini heyecanla dinlerdim.
Annem…
Annem her zaman böyle değildi çok narin kibar zarif ve benimle oyunlar oynayan neşe dolu bir kadındı. Üçümüzün harika geçirdiği günleri unutmak mümkün bile değil.
Fakat bir gün ben 4-5 yaşlarındayken annemle babam beni okuldan almaya geldiklerinde onları heyecanlandıran beni ise dumura uğratan bir haberle karşılaştım…
Ayime: Zenya prensesim abla oluyorsun!
Zenya: Abla mı?
Ayime: Evett kızımız artık kocaman oldu ve ona bir kardeş geliyor!
Zenya: Neden?
Ayime: Ah, sevinmedin mi?
O an yüzlerinin düştüğünü görünce üzüldüm ve geçiştirmek adına rol yaptım.
Zenya: Hayır, hayır sevindim!
Yaşasın abla oluyorum!
Ayime: Evet, evet bunu kutlamalıyız değil mi, prensesim şükürler olsun?!
Asla mutlu değildim ailemin sevgisini paylaşmak istemedim. O kimdi neydi, neden geliyordu benim yerimi mi almaya çalışıyordu?
Her zaman sanki onu çok heyecanla bekliyormuşum gibi davrandım ama içimden ona lanet okuyordum.
Ayime: Bak Zenya artık kardeşin 4 aylık oldu bile dokunmak ister misin?
İçimden “Hayır, istemiyorum!” diye haykırıyordum.
Zenya: Evet, isterim!
Ellerimi annemin karnına koyduğum an tekmelerini hissettim ve içimden şöyle düşündüm;
Ne, bana vurmaya mı çalışıyor bu, sevmiyorum seni keşke ölsen gelmesen nefret ediyorum senden!
Onlar benim annem babam senin değil!
Ayime: Çok heyecanlısın değil mi Zenya?
Zenya: Evet annecim!
Ayime: Ah, güzel kızım benim.
● ● ●
Zenya annesinin karnına her baktığında kötü ve acımasız gözleriyle doğmamış kardeşine lanetler okuyordu. Küçüklük aklıyla kardeşi doğduktan sonra sanki onu terk edeceklerini düşünüyordu.
Ve doğum zamanı gelip çattı…
Zenya’nın içi içini yiyordu. 9-10 saatin sonunda kardeşi Binna dünyaya gözlerini açmıştı.
Onu gördüğü an kendine onu pataklayacağına dair söz vermişti. Neden buraya geldiğine dair hesap soracaktı.
Fakat hastane camının arkasından onu görür görmez bütün o kötü düşünceleri silindi…Artık onun biricik ablasıydı.
Vasay: Zenya çok tatlı değil mi aynı senin bebekliğin.
Zenya: Evet çok tatlı ama ben daha tatlıydım.
Vasay: Haha evet öyleydin.
-Yakından görmek ister misin?
Zenya: Bilmiyorum.
İçeri girdiklerinde içi kıpır kıpırdı ne yapsa, ne deseydi onca zaman ona hakaretler ettikten sonra ne yapmalıydı.
Zenya: Meyaba Binna ben ablan Zenya.
O an elini uzattı ve Binna ablasının parmağını sımsıkı tuttu. Zenya çok şaşırmıştı yanlarına gelmesin diye nefretler kustuğu küçük kardeşi ona gülümsüyor ve parmağını tutuyordu.
-Acaba dediğim şeyleri anlamadı mı?
Ama annem her söylediğimi duyacağını söylemişti.
-Burada çok duramazsınız efendim lütfen dışarıda bekleyin şuan bebeğiniz çok hassas her türlü şeye savunmasız.
Kardeşim Binna prematüre doğmuştu. Aşırı küçüktü ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Sadece küvezin dışından eline dokunabilmiştim. İstediğimiz zaman yanına girip çıkamıyorduk.
Bu mutluluğun hemen sonrasında çok kötü bir olay yaşandı…
Kardeşim Binna bir Virüse yakalandı. Sebebinin ben olduğum acımasız bir virüs…Ya da o zamanlar ben öyle sanıyordum.
Onu ziyaret etmeye gittiğimizde çok temiz bir şekilde yanına girmemiz gerekiyordu. Ziyaret etmemize izin verildiği bir gün babamla hasteneye gelmiştik. Tuvalete gitmem gerektiğini söyledim. O da beni dışarıda bekliyordu.
Sonrasında ellerimi yıkamak istemedim çünkü su çok soğuktu boyumda tam yetişmiyordu. Bir kerecik yıkamasam ne olabilirdi ki?
Vasay: Ellerini yıkadın mı prensesim?
Zenya: Evet yıkadım, kuruladığım için su taneleri gitti bak!
Vasay: Afferim benim kızıma,hadi şimdi kardeşine bakmaya gidelim.
Babam zaten kardeşime dokunamıyordu ve çekiniyordu, çok küçük olduğu için zarar vereceğinden korkuyordu. Hissediyordum, sadece uzaktan bakıyordu. Binnayla temasa geçen sadece ben vardım küvezin o küçük penceresinden…
O ziyaretten bir kaç gün sonra Binna kötüleşmeye başladı. Anneme haber vermiyorduk hâlâ kendini toparlayamamıştı. Kardeşim erken doğduğu içinde her an kendini suçluyordu.
Babam her gün hastaneye gidiyor geliyor, annem onu sorulara boğuyordu ama babam hep geçiştiriyordu.
Sonrasında babam bir gün işteyken hastane görevlileri babama ulaşamayıp annemi aramışlardı. Annem zar zor kalkıp apar topar beni hazırladıktan sonra hemen hastaneye yol almıştık.
Binna’nın küvezinin yanına geldiğimiz anda…
5-6 tane doktorun başında telaşla bir şeyler yapmaya çalıştığını ama asıl Binnanın nefes alamadığı için o acı dolu kıvranışını asla unutamıyorum. Küçücük bedeni biraz olsun nefes alabilmek için bir sağa bir sola doğru çırpınıyordu. Donup kalmıştım sadece onun çırpınışlarını izleyebiliyordum.
Neden bu olmuştu? Acaba söylediğim sözler yüzünden mi?
Neden?
Neden?
Babam haberi aldıktan sonra alelacele hastaneye geldi. Kendini kaybetmiş anneme sarılıp beraber ağladılar. Ben de ayakta durmuş hâlâ yaşanan olaylara anlam veremiyordum.
Gözüm tekrar küveze kaydığında Binna’nın haraket etmediğini gördüm. Tekrar nefes almaya başladı diye düşünmüştüm. Oysa o son nefesini çoktan vermişti…
Küçük bedeni hareketsizce yatıyordu. Minik elleri yanlara doğru süzülmüş o gülümseyen yüzü solmuş haldeydi. Eminim çok canı yanmıştı…
Doktorlar ailemi toparlamaya çalıştı ama annemi bir türlü kendine getiremediler. Yıkılmıştı.
Binna’nın ölüm sebebinin RSV adında bir virüs olduğu söylenmişti. Zaten prematüre doğduğundan dolayı çok hassas bir dönemdeydi. Bu virüsün belirtileri soluk alamama, yüksek ateş ve öksürme, bebeklere çok hızlı bulaşabilen bir virüstü. Öksürme, hapşırma veyahut HİJYENSİZLİKTEN bulaşan bebekleri ölüm ile tehtid eden acımasız bir virüs…
Annem çıldırdı…
Ayime: Ortam nasıl temiz olmaz!
Çocuğumun katilleri!
-Gözümün önünde kıvrana kıvrana can verdi!
-Hanımefendi sakin olun lütfen acınızı anlıyorum.
Ayime: Ne, acımı mı anlıyorsun?!
-Senin çocuğun ölmeden nasıl anlayabilirsin ki!
Vasay: Hayatım tamam sakin ol!
Ayime: Ne sakini kes sesini!
Binnam orda yatıyor kendi başına ben burada bir şey yapamıyorum ve bunlar bana hijyensizlikten bulaştığını söylüyor!
-Hepinizi dava edeceğim, Binnamın ölümünden siz sorumlusunuz!
-Hanımefendi biz elimizden gelen her türlü hijyen ortamı kurallarını sağlıyoruz. Belkide ziyaretler sırasında birinden bulaştı. Sadece ortama bağlı bir durum değil bu. Ayrıca bebeğiniz erken doğmuştu riskler elbette vardı.
Ayime: Bebeğimi kim ziyeret etti ki Kocam ve çocuğumdan başkası değil!
-Onlar insan değil mi hanımefendi, bulaşamaz mı?
Babam çok sinirlenmişti annemin içi orada kan ağlarken doktor kendi paçasını kurtarma derdine düşmüş yeni çocuğunu kaybeden bir anneyle dalaşmaya başlamıştı.
Vasay: Kes artık sesini be, görmüyor musun, kadın ne halde?! Ne biçim doktorsun sen!
Halden anlamayan diplomalı cahiller!
Uzun bir sessizlik sonrası anca toparlanıp gidebilmiştik. Binna’nın minik bedenini aldıktan sonra ona son vedamızı ettik. Ben hâlâ acaba söylediğim şeyler yüzünden mi diye düşünmeden edemiyordum.
Annem o zamandan sonra pislikten, kirlilikten korkar olmuştu. Benim başımada bir şey geleceğini zannediyordu. Bazende benim ellerim pis olduğu için Binna’nın öldüğünü söylüyordu.
Beni banyo yaptıracağı zaman suya çamaşır suyu katmaya başlamıştı. Derim yanıyordu ama ses çıkarmıyordum. Haklıydı Binna ellerim pis olduğu için ölmüştü…
Babam bunu fark ettiğinde annemle çok fena kavga ettiler ve annem tedavi almaya başladı. Eskisine göre daha iyiydi ama asla bu takıntısı geçmedi.
Bazen kendini kaybeder elleri kanayana kadar temizlik yapardı. Kimyasallardan dolayı elleri hep parça pinçik olmuştu.
Asla sokakta oynamama izin vermiyordu. En sonunda ben de kimyasallardan dolayı hastaneye yatmıştım.
Ama anneme kimse bunu anlatamadı. O hala virüsler yüzünden yatağa düştüğümü düşünüyordu.
Bu olaydan sonra babam benide alıp annemden ayrılmak istedi çünkü o evde yokken neye mağruz kaldığımı bilemiyordu.
Babamla beraber evden ayrılıp annemi ailesinin yanına dinlenmesi için yerleştirdik. Bağışıklığım çok fazla düştüğü için babamla kaldığım dönem doktor hep “Mikroplarla tanışmalı bağışıklığını tekrar kazanmalı dışarda oynamalı kirlenmeli” diye babamı ikaz etmişti. Babamla kaldığım dönem 1 sene gibi bir zamanım sokaklarda geçti. Hayatımın bu zaman dilimi çok ilginç şeyler fark etmeye başlamıştım. İlk okuldayken annemin deli olduğunu söyleyen her gün durduk yere saçma sapan nedenlerle zorbalık yapan insanlarla uğraşıyordum ama sesimi çıkarmıyordum. Beni seven 2 tane arkadaşım bana yetiyordu. Ezila ve Silva. Her zaman yanımda duran bu iki arkadaşım benim kurtarıcımdılar.
Fakat Ezila bir gün ailesinin nedenlerinden dolayı okuldan nakil alıp mahalleden taşındılar. Hayatımın en berbat günüydü.
Bir süre sonra Silva benle takıldığı için ona da zorbalık yapmaya başladılar ama o buna devam etmek istemedi ve onların tarafına geçti…
Hecin: Delinin kızı da delidir dimi Silva?
Silva: E-evet.
Her gün yeni yeni şeyler deniyorlardı. Bazen eşyalarımı çöpte bulurdum bazen de sıram karalanmış halde iğrenç hakaretler yazardı ama ben biliyordum ki sessiz kaldıkça onları sinir ediyordum. Ben cevap vermedikçe onlar daha çok sinir oluyordu.
Zamanlar böyle akıp geçti fakat bir gün benim asıl kişiliğimi ortaya çıkaran o olay yaşandı…
Binna’dan kalan onun küçük bir eldiveni vardı. Tek dostum oydu onu Binna gibi düşünürdüm her şeyimi ona anlatırdım. Kimsem yokken o beni dinlerdi, yargılamazdı. Okulda onunla konuştuğumu görenler olmuştu, delirdiğimi söyleyip gülüyorlardı ama umrumda değildi. Halimden memnundum. Bu memnuniyetim bile onları rahatsız etmişti…
Binna’nın eldivenini çantama koyup kantine gittiğim bir vakit sınıfa geldiğimde sıranın üzerinde onu kesilmiş bir halde gördüm…
Binnamın eldivenini parçalamışlar ve kendilerince komik olduğunu düşünerek haykırarak gülüyorlardı.
İçimden yine o eski zamanlardaki kin nefret duygusunun aynısı akın etmişti.
Keşke ölsen…
Keşke ölsen…
Zenya: KEŞKE
-ŞURACIKTA!
-HEMEN ÖLSEN!!
O an kendimi o kadar kaybetmiştim ki bu kelimeler istemsiz ve hiç acımadan ağzımdan dökülmüştü.
Adı Hecin olan o pislik çocuk bir anda yere yığıldı. Kimse ne olduğunu anlayamadı bende dahil.
Sonra kendine gelen herkes çığlık çığlığa bağırmaya başlamıştı.
-Zenya onu öldürdün!
-SEN KATİLSİN PİS CADI!
Zenya: H-hayır ben bir şey yapmadım…
-H-Hayır…
-HOCAMM!!
-Hecin kıpırdamıyor hocayı çağırın!
O gün akılalmaz bir olay yaşanmıştı. O zaman anladım ki içimden gelerek ne zaman bir şey söylesem o gerçekleşiyor. Hecin ölmemişti sadece bayılmıştı. Buradan şu sonuca vardım ki Binna’nın ölümü belkide virüs değildi. Benim isteğim ve nefretimdi. Yaşım ilerledikçe olayın yaşanma zamanı daralıyordu. Hecin için belki bir kere daha ölmesini isteseydim ölebilirdi.
Küçük kardeşimin ölümü için 7 ay nefret kustum ama şuanda 3-4 söylemde bunu gerçekleştirebiliyordum. Herkes haklı ben tehlikeli bir cadıyım.
Okul konseyi toplandı bir karara varıldı. Yalandan bilgiler havada uçuştu. Kimse zaten beni sevmiyordu. Bu olay da üstüne tuzu biberi olmuştu. En sonunda ben okuldan uzaklaştırma almıştım. Fakat artık o okulu geçtim hiç bir okula gitmek istemiyordum.
Ben bir canavardım insanların yanında durmamalıydım.
O dönemden sonra babama okula gitmek istemediğimi ve açıktan ilerlemek istediğimi söyledim. ilk başta kabul etmedi fakat zorbalık olaylarını öğrendikçe ona anlatmadığım için kızdı ama er ya da geç kararımı kabul etti. Kendi başıma daha iyi araştırmalar yapıp öğrenebiliyordum. Okulun kısıtlayıcı eğitiminden daha iyi hissettiriyordu. En önemlisi merhametsiz, iğirenç insanlardan uzaktım.
8 yaşıma geldiğim vakit tekrar eve geri döndük annem kendini toparlamıştı. Hâlâ takıntıları vardı ama öyle eskisi gibi ağır değildi. Onu da özlediğimi ve üzüldüğümü fark ettim. Sıkıca sarılıp özür diledim. O bana benim suçlu olmadığımı söyleyip durdu hepsinin kendi hatası olduğunu ve yaptığı her davranışın hatalısı kendinin olduğunu söyleyrek özürler diledi.
Arada kendini kaybeder söylene söylene temizlik yapar ama buna da alışmıştık.
O zamanlar hava almak ve kafamı dinleyebilmek için parka giderdim. Gittiğim günlerden bir gün bir çöple yerdeki kumu karıştırıyordum. O an bir teyze yanıma oturdu.
Çok yaşlı ama sevimli bir teyzeydi.
Nasıl olduğumu sordu benimle sohbet etti.
-Nasılsın bakalım güzel kızım?
Zenya: İyiyim teyzecim siz?
-Bende iyiyim biraz nefes almaya geldim. Kendi başına oturup kafa dinlemek bazen iyidir.
Zenya: Ben gideyim isterseniz?
-Hahaha yok yok güzelim seni görünce tüm dertlerim söndü gitti zaten.
Zenya: Ah, tamam.
-Buralarda mı oturuyorsun?
Zenya: Evet, teyzecim.
Normalde bu sorularına cevap vermemem lazım ama kendimi ona yakın hissettim.
-Sana bir şey versem kabul eder misin? Sana bir hediye vermek istiyorum.
Zenya: Efendim?
-Bu güzel yüzük bana çok sevdiğim birinden hatıra.
Zenya: Neden bana vermek istiyorsunuz?
-Çünkü taşının rengi senin saçınla aynı renk çokta güzelsin bence senden başkası bunu alamaz.
Zenya: Sizde çok sevdiğiniz birine vermek istemez misiniz? Beni tanımıyorsunuz bile.
-Şuan o kişi karşımda zaten. Bakmak ister misin?
Zenya: N-Ne? Ah, tamam bakabilir miyim?
O an elime aldığımda hayatımda o kadar büyüleyici bir şey gördüğümü hatırlamıyorum. Kafamı kaldırırsam ona geri vermek zorunda olduğumu bildiğim için zamanı daha uzun tutarak yüzüğe bakmaya devam ettim.
Üzerinde şato işlemeli kenarlarında yakut benzeri kıpkırmızı birer taş vardı.
Gözlerimi zor güç yüzükten ayırdıktan sonra kafamı kaldırdığımda o teyzeyi göremedim.
Her yere bakındım parkı 3 defa turladım ama yoktu…
Zenya: Ah, nereye gitti?
-Yüzük bende kaldı.
-Burada bıraksam sonra alır mı ki?
Öyle mi yapsam?
-Hayır fazla güzel bırakmayacağım. Bunu Binnaya hediye etmek istiyorum. Onun mezarına bırakırsam daha güzel olur.
O gün Binna’yı ziyaret etmeye gittim ve onunla sohbet ettim. Sonrasında o yüzüğü orada bıraktım.Yavaş yavaş evin yolunu tuttum.
Sonunda eve gelebilmiştim. Kapıyı açar açmaz annemin temizlik ritüelleriyle karşılaştım…
Ayime: Zenya dur iki dakika!
(Fıss pıss pıss)
Zenya: Ah, anne tamam çöplüğe falan gitmedim ya bi sakin ol!
Ayime: Ay, tamam tamam hadi gir içeri.
-Yemek hazır şimdi mi yersin baban gelince mi?
Zenya: Babam gelince hep beraber yeriz!
Ayime: Tamam.
Zenya: Ah, bugunüde bitirdik…
-Ektiğim tropik bitkiler ne oldu acaba? Babamla bir şey deniyorduk bir bakayım.
-Bu da ne?
-Yüzük….
-Burada ne işi var?
-Nasıl olabilir ki?
Ertesi gün yine Binna’nın yanına bıraktım ve eve geldiğimde yine masamdaydı.
O zaman dedim ki bu yüzüğü bana Binna yeniden gönderiyor. Böyle bir inancın içine düşmüştüm.
Teyit etmek adına başka bir yerde daha bıraktım. Döndüğümde yine masamdaydı. O zaman bunun Binnayla bir alakası yok demekti.
Günlerce o yüzüğü inceledim sağa çevirdim sola çevirdim. Çok güzel bir yüzüktü ama nasıl geri gelebilirdi? Bu imkansızdı.
Sonrasında yeni bir şey daha fark ettim bu yüzüğü benden başka kimse göremiyordu.
8 yaşındaydım ama incelemem yıllarımı alıyordu. Farklı farklı özelliklerini keşfediyordum.
Parmağıma takınca büyük geliyordu. Biraz daha büyümeyi beklemeliydim.
Bir gün dışarıda yürüyüşe çıkmıştım. Binna’yı ziyarete gidecektim. O an mezarlığa girdiğimde cebimde kırmız bir ışık yanıp sönmeye başlamıştı.
Yüzük sanki can havliyle yanıp sönüyordu. O vakit korkmadım desem yalan olur.
O zaman 13 yaşındaydım. Binna’nın mezarına gittiktten sonra dört bir yandan sesler duymaya başladım. “Kraliçemiz Redia’ya selam olsun.”
Zenya: Kim, ne noluyor?!
Ardı ardına kesilmeyen sesler hem beni ürkütüyor hemde anlam veremiyordum.En sonunda koşarak orayı terk ettim.
Ve ne zaman bu yüzükle mezarlıklardan geçsem aynı şey yaşanmaya başlıyordu.
“Kraliçemiz Redia’ya selam olsun”
Kim bu Kraliçe Redia?
Anlayamıyordum. Ne kadar araştırsamda bir şey bulamadım.
Zaman böyle su gibi akıp geçti. İnsanlardan uzak değişik şeylerle uğraşan hangi insan görse korkacağı belkide cadı deyip kaçacağı bir insanım…yani umarım bir insanım…
(GÜNÜMÜZ ZAMANI)
Zenya: Baba annem yine kendini kaybetti!
Ayime: Kim kaybetmiş aklım yerinde sadece evi temizliyorum.
Zenya: Bu saatte mi?
Ayime: Erken kalkan erken yol alır.
Zenya: Süpürgeyle mi?
Ayime: Seninde her şeye bir lafın var he, kalk toz al!
Zenya: Tamam bir şey demedim süpür sen yatıyorum ben.
Ayime: İşine gelmeyince bir şey demedim tabii!
Zenya: Hehe evet.
(Saat:9.00)
Zenya: Ahh, saat kaç?
-Oo 9 olmuş!
-Ayime hatun günaydın kahvaltı hazır mı?
-Vasay bey beni bugün bilim fuarına bırakıyor musunuz?
Vasay: Bu ne enerji Zenya?
Ayime: Kahvaltı hazır Zenya hatun elini yüzünü yıka da gel.
Zenya: Tertemizim bugün zaten her şeyi yaptım.
Ayime: Afferim fıstık seni.
-Ee bugünkü planın ne?
Zenya: İşte fuarda gezinip bir şeyler keşfetmeyi düşünüyorum.
Ayime: Çok güzel.
Derin bir sessizlikten sonra Zenya’nın annesi okul konusunu açtı.
Ayime: Zenya üniversite konusunda ne düşünüyosun?
-Hala okula gitmeyi planlamıyor
musun?
Zenya: Hayır gitmek istemiyorum.
Ayime: O olayın üstünden çok uzun zaman geçti ve senin hatan değildi.
Zenya: Benim hatamdı.
Ayime: Zenya…
-Her neyse bu konu hakkında biraz daha düşünmeni istiyorum.
Zenya: ….
Ayime: Vasay sende kahvaltını yap hadi, Zeyna hazır!
Vasay: Tamam geliyorum!
-Hazır mısın şeker pancarım?
Zenya: Şeker pancarı hazır ve nazır efendim!
Vasay: Hahaha tamam hemen yiyip çıkalım bende geç kaldım zaten.
Babam da son 5 senedir bir şeyin üstünde çalışıyor fakat bize ne ile uğraştığından asla bahsetmiyor. Bu bilim adamları hep gizemli mi olmak zorunda?
Zenya: Bize bahsetmediğin şu işine mi geç kaldın?
Vasay: Zenya.
Zenya: Tamam sustum.
Vasay: Hadi çıkalım.
Zenya: Görüşürüz anne.
Ayime: Güle güle.
● ● ●
Arabayla fuar yerine giderken bir mezerlığın yanından geçiyoruz taş yine yanıp sönmeye başlıyor ve babam ilginç bir şey soruyor…
Vasay: Sesleri sende duyuyor musun?
Zenya: N-Ne sesleri?
Vasay: “Kraliçemiz Redia’ya selam olsun.” Bu sesi.
Zenya: H-Hayır öyle bir şey duymuyorum.
Vasay: Ben uyduruyorum sanırım boşver.
Ne, nasıl duyabilir yıllardır sadece ben duyuyorum sanıyordum!
Peki neden ona hayır dedim? Anlık olarak heyecan yaptım şimdi ne yapmalıyım?
Zenya: Baba…
Vasay: Efendim kızım?
Zenya: Sana bir şey göstermek istiyorum.
Vasay: Tamam göster.
Zenya: Bunu görüyor musun?
Vasay: …
-Nereden buldun?
-Bu yüzüğü…
Ah ne, görüyor mu ne diyeceğim inanamıyorum?!
Zenya: B-ben bunu şe-
-BABA YOLA DİKKAT ET!
Vasay ve Zenya büyük bir kaza yaptılar. Zenya parçalanmış arabanın altında bilinci yarı açık haldeyken yüzüğün parıl parıl parladığını fark etti.
Her yer kararmış fakat gökyüzü kızıla bürünmüş bir ışık demetiyle dans ediyordu.
Zenya yavaşça çıkmaya çalışıyordu fakat ne kadar bakınsada babasını etrafda göremedi.
Hatta çevrede kuş dahi uçmamakta derin bir sessizlik hüküm sürmekteydi.
Tek gördüğü şey mükkemmel genişlikteki o kızıl gökyüzü ve yine eş zamanlı parıldamaya devam eden yüzüktü…
Her türlü algısını kaybetmiş bir şekilde yüzüğü inceliyordu. Şato yükselmiş motifler hareketlenmiş bir haldeydi. Şatonun içerisinde sepette bir bebeğin yattığını fark etti. Tam ona dokunacakken yüzükten fısıltılar duyulmaya başladı.
Yüzüğü tak…
Her zaman bu anı beklermişcesine korkmadan yüzüğü parmağına geçiriverdi ve acı ile kıvranmaya başladı.
Zenya: AHHH!!
-Tamam taktım işte ne var şimdi!!
Yüzük en derin hücrelerine kadar kendini Zenya’ya tanıtıyordu. Elini kontrol edemiyir sadece istemsizce elini sıkıyordu. Acı ile kıvranırken yukarıya doğru baktığında farklı bir ses işitmeye başlamıştı.
-Torga’nın kızı Redia!
Zenya: Redia?
-Yine mi o isim?
-Zamanı geldi!
Zenya: Neyin?
Tam bunlar yaşanırken her hareketten yoksun bu ortam aniden çok güçlü bir ışıkla kaplandı.
Ve Zenya kendini kapalı havaya sahip siyah bir kumsalda buldu.
Her yer ölmüş gibi görünüyordu ama yaşam vardı bunu hissedebiliyordu.
Uzun uzadıya etrafına bakarken karşısında yeşil gözleri olan dalgalı saçlı bir çocuğun ona baktığını fark etti. Hüzünlü bakışlarla ona baktığını hissedebiliyordu.
Neden hareket edemiyorum?
Az biraz daha etrafa bakındığında siyah saçlı mavi gözlü beyaz tenli bir çocuk daha gördü bunlar kimdi ve neler oluyordu anlam veremiyor içi daralıyordu.
Bu çocuklar benle aynı yaştalar mı yoksa büyükler mi kimin nesiler ve biz neredeyiz?
Bu düşünceler içerisinde üçüde birbirine kenetlenmiş hareketsizce olacakları bekliyorlardı.
ESTATÜR MEME:
Yorumlar